Silent Hill 2 – İnceleme

Oyun dünyasının sanatsal bir karşılığının olması gerekliliğinin veya “oyunlar bir sanat eseri midir, değil midir” tartışmasının temelinde yatan unsurlardan biri olduğunu düşünüyorum Silent Hill 2’nin. Nasıl olmasın? 2001’deki orijinal oyundan söz ediyorum tabii ki ama Silent Hill 2’yi basmakalıp sözcüklerle, ona bir şaheser demeden nasıl anlatabilirim ki? Silent Hill 2 sadece bir oyun olarak değil, oyuncuya tattırdığı duygusal ve zihinsel karşılıklarla derin bir psikolojik yolculuk olarak ele alınmayı hak ediyor. James Sunderland’in kayıp eşine olan yolculuğu her adımda daha derin bir varoluşsal sorgulamaya dönüşürken nasıl ki bir yağlıboya tablosuna bakarken kaybolduğunuz hissini yaşıyorsanız, Silent Hill 2 de sizde benzer bir etki yaratıyor.

Başlangıç aşırı derecede subjektif oldu, farkındayım, fakat seriyi şekillendirmiş olmasından ziyade oyun türü için kendi tanımlarını yaratmış olması açısından da Silent Hill 2’nin devrimsel bir oyun olduğunu söylemek hiç zor değil. Yarattığı klostrofobik atmosfer, oradan oraya koştururken sağda solda duyduğunuz çıtırtılar, oyun dünyasının kurgulanış şekli ve yarattığı baskı neticesinde sunduğu “korku” ve “gerilim” teması Silent Hill 2’nin benzer oyunlardan kendini sıyırdığı tarafı olmuştur hep.

23 sene önce çıkan bir oyundan söz ederken bu kelimeleri kullanıyor olmak aslına bakarsanız biraz da geçmişe özlem olabilir. Kim bilir belki de oyunu değil de o zamanlarda hayal gücümüzle kurduğumuz dünyaları özlüyoruzdur. Zira teknik olarak sınırlı imkanlara sahip olmak bunu biraz körüklüyordu eskiden; artık karakterlerin bütün hislerini veya bulunulan ortama ait bütün derinliği yaşatabiliyorlar. Kuracak hayal bile bırakmadılar …yapımcılar

İşte tüm bunların ışığında Bloober’ın Silent Hill 2’sini nasıl karşılayabileceğimi tahayyül ederken hep bir çekince vardı aklımın bir köşesinde. Remake’leri yapılan oyunların makus talihidir bu aslında; orijinale ne kadar sadık kalabileceklerini bilemezsiniz ve gözünüzde büyüttüğünüz haliyle o oyun sizin için aslında bir tabudur. Burada çok fazla tartışmanın yaşanacağını zannetmediğim için genelleme yapmaktan çekinmiyorum, şöyle ki; Silent Hill 2, remake’inin yapılması en tehlikeli oyunlardan biriydi. Bloober Team’in bunu üstlenmesi bile büyük bir cesaret örneğiyken neticede çıkardıkları ürüne baktığımızda hayrete düşmemek mümkün değil. Bir Silent Hill 2 aşığı olarak daha oyunun grafiklerine, hikayesine falan geçmeden yazının hemen başında gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki, yapılmış en iyi remake Silent Hill 2’dir ve yapımcılar inanılmaz bir iş başarmışlardır.

Acı ve Yalnızlık Kozasına Sarılı Şekilde, Bekliyorum

Konunun temelinden başlayacak olursak; Silent Hill 2, üçüncü kişi görüş açısından karakterinizi yönlendirdiğiniz bir aksiyon / bulmaca macera oyunu. Kahramanımız James Sunderland üç yıl önce ölen eşi Mary’den bir mektup alır ve onu Silent Hill kasabasındaki “özel yerlerinde” beklediğini öğrenir. Bu noktada James her ne kadar inanamasa da Silent Hill’e gider ve eşini aramaya başlar. Konunun özü aslında bu ama James biraz hödük bir karakter olduğu için onun “ya Silent Hill’in her yeri bizim için özel, nereden bulucam ben şimdi bu kadını, acaba gölün kıyısındaki o parkı mı demek istedi?” diye başlayıp kasabanın başından sonuna, girilmeyen delik bırakmayıncaya kadar her yeri alt üst etmesi üzerine bir hikâye ilerleyişi var.

Lokasyon olarak Silent Hill bir göl kenarı kasabası ve standart bir şehir yaşamında bulunabilecek her türden mekân burada var. Oyuna kasabaya paralel devam eden bir otoyolun kenarındaki tuvalette başlıyorsunuz, ormanın içine doğru patikayı takip ettikten sonra mezarlığın içinden geçip az ileriden sola döndüğünüzde asfalt caddeler sizi karşılıyor. Restoranından tutun da benzin istasyonuna kadar gayet muntazam yerleşik bir kasaba, fakat tek bir kusur var, o da yoğun bir sis ve sokaklarda bir kişi dahi göremiyorsunuz. İlk hedef olarak belirlediğiniz istikamet Rosewater Park’ı, ama oraya da doğrudan gidilen yollar ya yok olmuş ya da yüksek demir tellerle engellenmiş vaziyette. Duvarlardan atlayarak veya türlü binaların içerisinden geçerek bir şekilde yolunuzu bulmanız gerekiyor.

İşte oyundaki genel ilerleyiş yapısı da bunun üzerine kurulu; hikâyenin sürekliliği içerisinde James bir yere gitmesi gerektiğinde orayı haritasında işaretliyor ve siz de elinizden geleni ardınıza koymuyorsunuz. Remake’deki harita kullanımı bu noktada orijinal oyundan çok daha aktif olmuş; aslında buna bir yaşam kalitesi geliştirmesi demek daha doğru olacaktır. Yol üzerindeki bazı kilitli kapılar veya geçilemez yerleri James haritasına not ediyor. Bunların bazılarını ya kırmızıyla karalayarak açılmaz kapı gibi belirtirken bazılarını da düz kırmızı çizgi ile çekip “ilerleyen süreçte açılabilir, bir şekilde arkadan kilitlenmiş olabilir” şeklinde ifade ediyor. İlerledikçe James’in haritayı ne şekilde kullandığını çözüyorsunuz ve binaların içerisinde ona göre ilerleyebiliyorsunuz. Ek olarak oyunda karşılaştığınız bulmacaları veya önemli bir şeyi James yine haritasına not ediyor ve herhangi bir aktivitede ilerleme kat ettiğinizde gayet düzgün bir şekilde buraları güncelliyor. Dahası bir bulmacayı çözdüğünüzde veya herhangi bir kilit kombinasyonu keşfettiğinizde doğrudan haritanın üzerine sayıları ve kodları yazıyor, siz de boşu boşuna “şifre neydi” diye düşünmek zorunda kalmıyorsunuz.

Bununla birlikte oyunda çok fazla bulmaca var. Bu bulmacaların çoğu sizi bir anahtarla veya bir şifre ile ödüllendiriyor ve oyundaki ilerlemeyi bu şekilde sağlıyorsunuz. Zaten hangi binaya girerseniz girin ilk birkaç odanın birinde mutlaka o binanın temasına uygun şekilde hazırlanmış bir ana bulmaca ile karşılaşıyorsunuz. Örneğin, hastanedeki bulmaca üç farklı hastanın bilekliklerini bulup bunların hepsini tek bir bulmacada birleştirmeniz üzerine kurgulanmış. Her bilekliği hastanenin farklı köşelerinde, yine farklı bulmacalar çözerek topluyorsunuz ve en sonunda bir yerde kullanıp bir anahtar elde ediyorsunuz. Bu anahtar normalde girilemeyen bir kapıyı açıyor ve hikâye bu şekilde ilerleyebiliyor. Benzer bulmacalar apartmanda da var, otelde de var, hemen hemen her yerde var.

Biliyorum, Sana Asla Affetmeyeceğin Korkunç Bir Şey Yaptım

Bulmacaların çeşitliliği ve zorluğu açısından oyun fazlasıyla insaflı davranmış. Başlangıçta üç farklı zorluktan birini seçiyorsunuz oyun boyunca buna paralel şekilde farklılaşan bulmacalarla karşılaşıyorsunuz. Zoru çok zor değil, kolayı ise “şuna bas, şimdi üç ekle buna bas” düzeyinde ve tabii ki kolay ve zor bulmacaların cevapları aynı değil. Zor bulmacaları başardığınızda aldığınız tatmin hissi yerinde. Çeşitlilik tarafında ise orijinal oyuna sadık kalınmaya çalışılmış. Bazı bulmacalar birebir aktarılırken, bazılarının üzerinden geçilmiş veya tamamen değiştirilmiş. Referans olması açısından apartmandaki 3 para bulmacası ve hastane asansöründeki anons duruyor.< /p>

Yalnız bulmacalar için söylemek istediğim en tatlı şeyi yapımcıların orijinal oyuna yaptığı göndermeler oluşturuyor. Koridorlarda gezerken bazı yerlerle etkileşime girebileceğinizi fark ediyorsunuz. Bakıyorsunuz, herhangi bir bulmaca yok, resmen düz bir duvar veya bir zincir parçası. Tıkladığınızda ekran anlık bir parazitlenip geri geliyor ve eğer orayı orijinal oyundan hatırlıyorsanız, oyun orada kamera açısını da benzer şekilde değiştirdiği için, bir anlık ürperiyorsunuz …ben ürperdim en azından. Buraları yaşamayı size bırakıyorum. Neler olduğunu söylemeyeceğim, ama harika detaylar. Bloober’dan orijinal oyuna karşı anlık fakat çok hoş saygı duruşları.

Aksiyon tarafında ise yapımcıların yine tadında bir iş çıkardığını söyleyebilirim. Serde erkeklik olduğu için sadece bulmacaları değil aksiyonu da zor ayarda oynuyorum ve en basit yaratıklar bile bir noktada meydan okumaya dönüşebiliyor. Kolay zorlukta sopayla 2-3 vuruşta ölen yaratıklar zor ayarda 4-5 tabanca mermisi ile anca devriliyorlar ve taktiksel oynamanızı gerektiriyor her biri. Aynı anda birden fazla yaratıkla aynı odada olduğunuz yerlerde mutlaka kıyıdan köşeden geçip fark edilmemeye çalışabilir veya zorunda değilseniz savaşmamayı tercih edebilirsiniz. Zira zorluk arttıkça etrafta bulduğunuz ekipmanların sayısı da ciddi düzeyde azalıyor.

Burada Yatarken Kendimi O Kadar Zavallı ve Çirkin Hissediyorum Ki…

Yaratık tiplerinde ve sayısında ekstraya gitmemiş Bloober; orijinal Silent Hill 2’deki yaratıklar yine yerli yerinde duruyorlar. Görselliklerinde ise elbette ki 23 senenin üzerinde birtakım oynamalarda bulunulmuş. Hoşuma giden tarafı Silent Hill’in sisli halindeki yaratıklarla alterasyona uğradığı zaman karşılaştığınız yaratıklar arasındaki geçişte olmuş. Zaten alterasyona uğrayan ve paslanan Silent Hill yeterince ürkütücü ve gergin değilmiş gibi, bir de yaratıklar buna adapte olunca ortaya deri giyen latex’li hemşireler çıkmış. Evet, yanlış okumadınız. Az önce beyaz beyaz, ortalıkta elinde su borusuyla dolaşan hemşireler Silent Hill boyut değiştirince ellerinde bıçak savurmaya başlıyorlar. Ve bu sado mazo hal bir anda bütün yaratıklara sirayet ediyor; yerlerde sürünerek gezen Lying Figure’lerin modellemeleri sağında solundan çiviler çıkacak şekilde değişiyor, mankenler tayt giymeye başlıyorlar falan. Daha neler neler.

Silent Hill 2 aslında James’in odak noktada yer aldığı, yaşanan olayların da kendi iç dünyasıyla ilişkilendirildiği bir oyundur. Yaratıklar ve oyun boyunca karşılaşılan türlü karakterler aslında James’in zihinsel ve duygusal durumlarının birer yansımasıdır. Silent Hill 2’deki yaratıkların her biri James’in yaşadığı travmalar, bastırdığı suçluluk duyguları ve içsel çatışmalarla doğrudan bağlantılıdır. Silent Hill 2’nin dünyası bu şekilde semboller ile örülüdür ve bu da oyunun benzersiz bir deneyim sunmasını sağlar. Örneğin Piramit Kafa. Artık literatüre yerleşmiş bir korku unsuru olarak bile sayabileceğimiz bu yaratık James’in yaptığı hatalar ve karanlık seçimlerin somutlaşmış halidir. Piramit Kafa’nın sürekli James’i takip etmesi, geçmişindeki suçluluk duygusundan kaçamayacağını ifade eder. Benzer şekilde Maria da karısı Mary’nin yansımasıdır, fakat çok daha kadınsı ve şehvetlidir. Yıllarca karısının hastalığı sırasında ona karşı duyduğu hayal kırıklığını Maria’da telafi etmeye çalışır.

Bu Yüzden Artık Kendin İçin Yaşamanı İstiyorum

Grafiksel olarak oyun yaşatmak istediği atmosferi mükemmel bir biçimde ortaya koyuyor. Çoğunluğu zaten karanlık ve dar koridorlarda geçen oyun korku unsurunu yaşatmak için eline geçirdiği bütün fırsatı kullanıyor. Buna uygun çok sahne hazırlanmış oyun içerisinde; cızırtılı ve yanıp sönen bir florasan lambanın altından geçen bir yaratık veya sokaktaki bir arabanın patlayan farları ile aniden kararan ortamlar. İç mekanlar ve dış dünya mükemmel tasarlanmışlar, fakat karakter animasyonları ve bilhassa da modellemelerine alışmak, eski Silent Hill 2 oyuncuları için biraz zor olabilir. Laura’yı ya da Maria’yı önceden tanıdığınız için yeni yüzlerini ve seslerini biraz sindirmek gerekli. Ama tabii ki bu modellemelerin kötü olduğu anlamına gelmiyor; aksine, Eddie’nin yağlı pis suratının parlamaları falan dehşet olmuş.

Ne var ki orijinal Silent Hill 2’de bazı anahtar yerlerde yer alan diyalogların yeni oyuna aktarılışında birkaç yeri pek beğenmediğimi söylemeliyim. Örneğin Remake’in fragmanını ilk kez gördüğümde, Maria’nın James ile parmaklıklar ardında konuşurken seslendirmesini çok yadırgamıştım ve sırf o yüzden Maria’ya biraz mesafeli kalmıştım. Hatta sadece bu bile oyunun bütününü sorgulamama sebep olmuştu. Hala da pek benimseyemedim Maria’yı. Oyun piyasaya çıkana kadar bunun düzeltileceğini ummuştum hep içten içe ama öylece kalmış, sağlık olsun. Onun haricinde asıl önemli olan, karakterlerin vermek istediği duyguların doğru aktarılması durumunu yapımcılar çok iyi başarmışlar.

James… Beni Mutlu Ettin…

Ne yalan söyleyeyim, remake’in bu kadar iyi yapılmasını ummuyordum. En baştan beri bize güzel anılarımızı hatırlatacak, “bugün yapılsaydı acaba nasıl olabilirdi” dedirtecek bir gösteri olmasını umarken tam bir ziyafet ile karşılaştık. Beklediklerimin tamamını fazlasıyla aldım. Hem Silent Hill 2’nin adına hürmet, hem de başlı başına kendi içerisinde bir oyun olarak sunduğu deneyim bambaşka. Bu tarz bir oyunun günümüzde çok fazla karşılığı olmadığı için onu ancak kendisiyle kıyaslayabiliyorum (geri çekilin RE’ciler). Silent Hill 2’nin bendeki yeri apayrı ama Remake’in de kendine özel bir yeri kesinlikle olacak.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir